MEDENİYET, KÜLTÜR VE TÜRKLER
(Bu
makale Tarihin Aydınlattığı Gelecek isimli kitabımdan alıntı yapılarak 2005
yılında ihkupcu.com adlı sitemde yayınlanmıştı. Aynen yayınlıyorum)
Sosyologların
medeniyet tanımları arasında farklılıklar vardır.
Ziya Gökalp’ın etkilendiği iddia edilen Emil Durkheim’e göre medeniyet; en
yüksek insani değerler yahut fikirler, duygular, inançlar ve hareket kuralları
bütünüdür. Hâlbuki Gökalp; hisleri, hükümleri ve ülküleri harsa (kültür) dâhil
eder. Aklı, ilmi, bilgiyi, metotları ve teknolojiyi medeniyetin cüzleri sayar.
Gökalp’a göre kültür; ifadesini milli mefkûrelerde (ülkü) bulduğu zaman
medeniyetten daha kuvvetlidir. Gökalp “Mefkûre, kişiyi bir toplumsal şuur
içerisinde yaşatarak “beşer” seviyesinden ‘insan’ düzeyine yükseltir” der.
Gökalp
hars ile medeniyeti, milli ile milletler arasını, hissi ile akliyi birbirine
zıt kavramlar olarak tanımlar. (Türkçülüğün Esasları s.70)
Gökalp’ın
böyle bir ayrıma gitmesinin muhtemel nedeni, Batı Medeniyetinin
“maddeci ağırlıklı” yapısını görmesi olabilir. Nitekim maddeci anlayışa sahip
bazı Batılı tarihçiler, Türklerin Medeniyetini inkâr ederler. Türklerin atı
evcilleştirmeleri ve üzengiyi bulmaları sayesinde rakiplerine üstünlük
sağladığını iddia ederler. Hâlbuki hem Asya bozkırlarında, hem de dünyanın
çeşitli bölgelerinde bunlara sahip nice milletler vardı. Nitekim Türklerin terk
ettikleri Ötüken Vadisine Moğollar yerleştiler ve at üstünlüğünü ele
geçirdiler. Ani bir fırtına şeklinde tarih sahnesine girdiler. Ancak geçmişlerinde
yeterli bir ileri kültüre sahip olmadıklarından sadece yıktılar. Yerine
yenisini koyamadılar. Sonunda ya Türkleştiler veya tarih sahnesinin önlerinde
tutunamayarak gerisine gittiler.
Ama
dünyada çok geniş coğrafyaya yayılan tek millet olan Türkler,
Ortadoğu bölgesine geldiklerinde at üstünlüklerini kaybetmelerine ve batıdan
gelen Haçlı, doğudan ise Moğol saldırılarıyla boğuşmalarına rağmen, yine de
üstün bir medeniyet oluşturdular. 1492 mucizesi sonrasında tesadüfen buldukları
yeni toprakları sömürmeleriyle kalkınan Avrupa’nın bütün saldırılarına rağmen,
Türkler halen ayaktalar.
Türklerin
Ata Yurdunda, Alma Ata’nın 50 km yakınındaki Esik kurganında 2.500 yıl öncesine
ait altın elbiseli, pantolonlu bir Türk prensi ile birlikte mezarında tam 4.800
parça altın eşya bulundu. Bazı Batılılar bu gencin Türk olmadığını ileri
sürdüler. Ama hangi millete ait olduğunu söylemediler.
Eğer,
bu altın elbiseli genç Türk değilse ve uzaydan da gelmediyse, böylesine büyük
uygarlığa ulaşmış bir millet hiçbir iz bırakmadan nasıl yok olur?
Diğer taraftan Türkler sadece ata hükmettilerse, geçmiş hiçbir medeniyetleri
olmadığı halde, nasıl uzun süre dünya ortalamasının üzerinde medeniyet
eserlerini oluşturabilirler.
Demek
ki, ileri bir kültürün ve kültürde devamlılığın oluşturulabilmesi için,
yalnızca maddi imkân ve ekonomik etkenler yeterli değildir.
Kültürün oluşmasında; o
toplumu meydana getiren bireylerin özellikleri, hayalleri, toplumsal dayanışma
anlayışları, yöneticilerinin tutumları, yaşadıkları bölgenin ekonomik
kaynakları ve bütün bunların birbirleriyle ilişkileri çok önemlidir.
Dolayısıyla
medeniyet; manevi değerler olan hislerin, anlayışların, düşüncelerin akıl,
ilim, bilgi, teknoloji ile desteklenerek hayata geçirilmesidir.
Ne
tek başına manevi değerler, ne de yalnız maddi unsurlar, medeniyeti temsil
edemezler.
Gökalp’a
göre (s.77) Türkçüler, tamamıyla Türk ve Müslüman kalmak şartıyla Batı
Medeniyetine tam ve kesin olarak girmek isteyenlerdir.
Gökalp, “Batı Medeniyetinden yalnız maddiyatı, yani Avrupa’nın maddi
başarılarıyla ilmi metotlarını iktibas etmelidir” der. Hâlbuki Batı Medeniyetini maddi açıdan zenginleştiren kültürel sebep,
oluşturdukları “öteki” ve “ötekini yok etme” kavramıdır. Batı Medeniyeti,
ünlü Alman filozof Nitzche’nin güçlülük istenci anlayışındaki gibi, en güçlü
olma iddiası üzerine kurulmuştur. Başkalarına ve insanlığa hizmet anlayışı
yoktur. 1492 keşifleri sonrası tesadüfen dünya üzerinde var olan topraklardaki
garip halkı, “öteki” olarak nitelemişlerdir. Kızılderilileri, İnkaları,
Mayaları ve diğerlerini yok etme pahasına madden ve manen sömürmüşlerdir.
Hâlbuki aynı toprakları keşfeden Türkler olsa, benzer uygulamanın yapılacağını
kimse iddia edemez. Türklerin geçmiş dönemlerindeki uygulamaları, batılılardan farklı
davranmaları ihtimalini kuvvetli kılan bir göstergedir.
Dolayısıyla
Avrupa’nın kültürel ve sosyal anlayışlarına, “kâr” hırsına sahip olmadan, Batı
Medeniyetinden sadece maddiyatı almak mümkün değildir.
Gökalp’ı
böyle bir düşünceye sevk eden muhtemel sebep, onun Doğu ve Batı Medeniyetleri hakkındaki düşünceleri olabilir.
Gökalp’ın Türkçülüğün Esasları eserine göre (s.76), “Batı Medeniyetinin Doğu
Medeniyetini boğması tabiat kanunudur. Türkler, Doğu Medeniyetindendir.”
Gökalp’a göre “Doğu Medeniyetinin temeli, Roma Medeniyetidir. Bu medeniyet,
Bizanslılar yoluyla Araplara ve Acemlere geçmiştir. Onlardan da dindaş
olduğumuz için bize geçmiştir”. Yani Gökalp’ın tanımladığı Doğu Medeniyeti, bir
İslâm Medeniyeti veya bir Türk Medeniyeti değildir. Zaten Gökalp’a göre bir
Hıristiyan veya bir İslâm Medeniyeti diye tanım olmaz.
Gökalp’ın böyle bir anlayışa
yönlenmesinde muhtemel sebepler şunlar olabilir. Gökalp’ın; Türklerin ve diğer
Müslümanların maddi ve bazı manevi konularda dibe vurduğu bir devirde
yaşamasıdır. Henüz onun yaşadığı dönemde Türklerin eski medeniyetleri hakkında,
yeterli kanıtların bulunarak yayınlanmamış olmasıdır. Ayrıca kültür ile
medeniyet kavramlarını birbirine zıt konular olarak görmesi de, böyle
yorumlamasına sebep olmuş olabilir.
Yoksa Gökalp gibi
araştırmacı ve zeki bir düşünür bugün yaşasaydı, Türklerin uygarlıklarının
güçlü olduğunu ve Batınınkinden farklı temellere oturduğunu sistematik bir
şekilde bizlere anlatırdı. Bir medeniyetin varlığı, kendisini, toplumun ve
ferdin yaşamında gösterir. Bilindiği
gibi Türkler, Dünya üzerinde geniş coğrafyaya yayılmış olan millettir. Ancak
Türkler, gittikleri yerlerde çevreden aldıklarını, gelenekleri ve
anlayışlarıyla birleştirerek geliştirmişlerdir. Dolayısıyla geniş coğrafyaya
yayılmaları Türklerin ileri bir medeniyet oluşturabilmeleri için bir şans
olmuştur. Nitekim Türklerin mimari
eserleri ve yaşamları zengindir. Dünya üzerinde değişik bölgelerde
yaptıkları mimari eserlerinin gerek görünüm, gerekse etkinlik (fonksiyon)
açısından farklılığına ulaşabilen bir millet henüz yoktur.
Türkler,
bilimde de uzun süre çağdaşlarından ileri olmuşlardır. Değişik
asırlarda yaşamış El-Biruni, Nasreddin Tusi ve Uluğbey gibi üç Türk bilgininin
adını Ay’daki üç kratere veren NASA yetkilileri de bu durumu kabul etmişlerdir.
Ayrıca
Türklerin günlük hayatlarının zenginliği de dünya çapındadır. Günlük hayatın
zenginliklerinin başında edebiyat, müzik, yemek çeşitleri gibi konular gelir.
Türk tarihi edebiyat çeşitliliği açısından zengindir. Müzik türü ve müzik
aletleri bakımından ise, Türklerinki kadar zengin başka bir ülke bulmak zordur.
Hele halk müziğindeki gerek çalgı aleti, gerekse anlatım ve ses zenginliğinde
Avrupa’daki yarışmalarda kendisine yaklaşabilen yoktur. Müzikte “do” ile “re”
arasında Batı Medeniyetinin halk müziğinde genelde tek, nadiren iki ara ses
varken, Türk halk müziğinde eşit aralıkta olmayan dokuz ses vardır. Klasik Batı Müziği çok seslidir. Klasik Türk
Müziği tek seslidir. Ancak Batı müziğinde 24 perde varken, Türk müziğinde 29
perde vardır. Benzer gelişmişlik durumu, yemek çeşitliliğinde ve tatlarında da
varittir.
Hunlar,
Tabgaçlar, Göktürkler zamanında dönemlerinin ileri medeniyetlerinden birisini
oluşturan Türkler; Selçuklular ve Osmanlılar zamanında, dönemlerinin en üstün
medeniyetine sahip oldular. Belgelenmiş tarihte bu kadar uzun süre
ileri medeniyeti oluşturmuş başka bir millet pek yoktur. Dolayısıyla Türklerin
başkalarından medeniyet öğrendiklerini ve bunun da Roma İmparatorluğunun
Medeniyeti olduğunu iddia etmek, elimizdeki tarihi belgelere bakıldığında bugün
için mümkün değildir. Başka yazılarımızda Türklerin Medeniyetleri ve özellikleri
hakkında geniş bilgiler verildiğinden burada ayrıntılı karşılaştırma
yapılmayacaktır.
Bütün
bunlar göstermektedir ki, dünya üzerinde iki etkin medeniyet var deniliyorsa,
biri eski Yunan’a dayanan Roma Medeniyetidir. Diğeri ise Türk Medeniyetidir. Ama
bu tasnif, diğer milletlerin medeniyetlerinin yok oldukları anlamına gelmez.
Batılı sosyologların irdelemeleri, Batı Medeniyeti dışında başka bir medeniyet
olmadığı şeklinde olduğundan, mecburen bu gerçekler aktarılmıştır. Yoksa diğer
medeniyetleri tahkir için değil. Türkler, her milletin maddi-manevi
varlıklarına karşı hep saygılı olmuşlardır.
İnsanların
ve Devletlerin hayatlarında asıl olan, madde ile manânın dengesini kurmaktır. Bir
kısım Batılılar günümüzde de insanları yanıltmaya devam ediyorlar. Gelişmişlik
olarak sadece GSMH rakamlarını veya kişi başına düşen milli geliri, elektrik
tüketimini veriyorlar. Hâlbuki insan hayatında, sosyal huzur olarak
niteleyebileceğimiz manevi GSMH rakamları da önemlidir.
Bir
milletin maddeten güçlenmesi, ilim ve teknoloji alanındaki gelişmeleri hemen
başlatmaz. (Örnek: petrol ihraç eden ülkeler ve 1492-1750 arasında
sömürgelerinden dolayı zenginleyen Avrupa ülkelerinin durumu)
Bir
milletin ilim ve teknolojideki gelişmesi, hemen edebiyat, sanat, mimari ve
müzik alanlarında eserler verilmesine vesile olmaz.
(Örnek: Güneydoğu Asya Kaplanları)
Gökalp’a göre medeniyet
milli harsa mal edilmedikçe, millet tarafından benimsenmiş sayılmaz. Ama
küreselleşmenin başlangıcında olan dünyamızdaki gelişmeler, bu yapıyı
değiştirmeye zorlamaktadır. İnsanların nefislerine hitap eden anlayışlar, milli
harsa maledilmeden benimsetilmeye başlandı. Bu benimsenmenin, dünyayı ticari
bir hapishaneye doğru götürmesi muhtemeldir.
Batı
anlayışının ticaretten birinci amacı “kâr”dır. Hâlbuki Türklerin (en azından
Tanzimat devri öncesi) ticari anlayışlarında birinci amaç “itibar”dır.
Batılılar genelde, elle tutulur maddi bir menfaat doğrultusunda hayatlarına yön
verir. Türkler ise haysiyet, şeref, bağımsızlık isteği gibi duygularla
hayatlarına yön verirler.
9. yüzyıl, Dünya üzerindeki
halkların birbirleriyle acımasızca mücadele ettikleri dönemlerden birisidir. Bu
dönemde Balkan Bulgar Türklerinin hanı
Kurum Han, 810’lu yıllarda şöyle diyor: “Doğru insanı ve yalancıyı Tanrı bilir.
Bulgarlar (Türkler) Hıristiyanların (Bizanslıların) iyiliği için çok
çalıştılar. Ancak onlar bunu çabuk unuttu. Fakat Tanrı biliyor.”
Göktürklerin Orhun Yazıtlarına, Selçuklu ve Osmanlı Türklerinin padişahlarının
sözlerine bakarsak benzer anlayışları görürüz.
1492 den sonra Amerika’ya göç
eden Avrupalılar burada, güçlü olmaya dayanan, sınır tanımayan kapitalizmi
kurdular. Bu anlayış Adam Smith’in 1776 da yazdığı “Ulusların Zenginliği”
kitabıyla yarı resmi hale geldi.
Alman filozof Nietzche,
“güçlülük istenci” anlayışını savunarak “en güçlü olma, ötekini yok etme”
düşüncesini haklı çıkarmaya çalıştı.
Hâlbuki eski Türk dinine
inanan Bulgar Türkleri, karşıdakine karşılıksız iyilik etme anlayışına sahipti.
Müslüman olduktan sonraki Türkler de, Kur’an-ı Kerim’deki “malları üst üste
yığmayın” emrine içtenlikle uydular.
Demek ki, iki medeniyeti
gerçek yönleriyle irdelediğimizde, aralarında ciddi farklar olduğunu görmek
mümkün. Bu durumda “Batı medeniyetinden yalnız maddiyatı, yani Avrupa’nın maddi
başarılarıyla ilmi metotlarını almalıyız.” anlayışı geçersizdir.
Geçersiz olmasının birinci
nedeni, aramızdaki medeniyeti algılayış farklılıklarıdır. İkinci sebep ise,
bizim önümüzde 1492 mucizesi gibi bir ihtimal yoktur. Tesadüfen bir ihtimal
çıksa bile, Türkler bunu salt kendi çıkarları için kullanmazlar.
Diğer taraftan, Dünyanın çok
geniş bölgelerine yayılmış bütün Türk boylarında “adalet” kelimesi, ufak
farklılıklarla aynıdır. Eski Türkçede
adalet kavramı yerine, “döröstlük” kullanılırdı. Demek ki Türkler için
“adalet” çok önemlidir. Sadece kendi insanına karşı değil, başkalarına
uygulamaları da adalet içerisinde olmuştur.
Türklerin
kurdukları medeniyetlerin temelinde, adalet (dürüstlük) ve iyilik etme arzusu
vardır.
Yorumlar
Yorum Gönder