MALİYE-VERGİ
POLİTİKALARINDA ÇÖZÜM ÖNERİLERİ
(Bu
makale, Tarihin Aydınlattığı Gelecek” isimli kitabımdan alıntı yapılarak 2005 yılında
ihkupcu.com adlı sitemde yayınlanmıştı. Aynen yayınlıyorum.)
Diğer
konularda olduğu gibi, maliye-vergi konularında da, sihirli politikalar yoktur.
Gelişmeyi sağlamak için, köklü ve uzun süreli politikalar uygulanmalıdır.
Bazen bu uygulamalar arıza yapsa bile, sistem köklü olduğu için kendini daha az
hasarla ve kısa sürede toplayacaktır.
Milletlerin
kendi kendilerini yönetmeyi öğrenmeleri için, başkalarına minnet etmemeleri ve yük olmamaları gerekir. Halk, zenginleşmek için, her şeyi
kendilerinin yapması gerektiğini ve kendi kendine yeter olmayı prensip
haline getirmeyi öğrenmelidir. Kişisel çıkarlar ile milli menfaatler ancak bu
şekilde bağdaştırılabilir.
GENEL
ANLAMDA YAPILABİLECEKLER
Milletler kendi kültürlerine uygun olabilecek ekonomik modeller uygulamaya çalışmalıdır. Türkler yapı olarak, kazanırken daha ferdi, ama harcarken daha sosyal davranırlar. Kurulacak ekonomik modelin bu yapıya uygunluğu, başarı oranını artıracaktır. Diğer taraftan yöneticilerine güvenmeyen insanlar, vergi vermek yerine, yardımlarını doğrudan kendi bildikleri yerlere yapmayı tercih ederler. Dolayısıyla bu yapıya uygun bir sistemi uygulayabilmek için önce ülkeyi yönetenlerin dürüst insanlar olduğuna halk inanmalıdır. Ayrıca ödedikleri vergilerin kendilerinin arzu etmedikleri fuzuli yerlere harcanmayacağından da emin olmak isterler. (Yönetenlerden kasıt, sadece hükümette görev alanlar değildir. Siyasiler, bürokratlar ve halkın önündeki iş adamları ile sivil toplum kuruluşlarının yöneticileri kastedilmektedir.)
Ana başlıklar halinde sıralarsak, yapılabileceklerden bazıları şunlardır:
Para-maliye-üretim
politikaları birbirleriyle bağlantılı olarak yürütülmelidir. Kitapta çözüm
teklifleri ayrı başlıklar halinde verildi. Ancak konuları başlıklara dağıtırken
çok zorlanıldı. Hattâ 3. baskı için çalışılırken yeniden düzenleme ihtiyacı
hissedildi. Yeni bir kitap değil, yeni bir baskı olduğundan başlığın
maliye-vergi olarak kalması gerekiyordu. Ancak ikinci baskıda maliye-vergi
bölümü içerisinde olan bazı öneriler üretim-teknoloji bölümüne aktarıldı.
Dolayısıyla para-maliye-üretim şeklindeki üçlü politikayı birlikte uygulamak
çok zordur. Kitaptaki teklifler, olaylara bir bütün olarak yaklaşılmasını
sağlamak için kapsamlı yapılmıştır. Ancak, yine de anlatılanları bütünleştirerek
bu üçlü politikayı sağlayacak olanlar yöneticilerdir. Okuyucunun bu konuları
ayrı değerlendirmesi normaldir.
Türkiye
çok uzun süredir sadece para-maliye politikalarıyla yönetildi.
Hattâ bazen yalnız para-kredi politikaları uygulandı. Hâlbuki büyük ve ısrarlı
bütçe açıklarının sadece maliye politikalarıyla dengelenebilmesi çok zordur.
Kitapta teklif edilen sistemi uygulamak para-kredi politikalarıyla
karşılaştırılınca elbette çok daha zordur. Bu nedenle önce devlet
kuruluşlarında düzenleme yapmak gerekir. Maliye ve Ekonomi Bakanlığı
birleştirilmelidir. Sanayi Bakanlığının bazı birimleri, DPT, Hazine ve Dış
Ticaret Müsteşarlığı, Teşvik Uygulama, Gümrükler gibi birimler, Maliye
bakanlığının bazı birimleriyle ortak hareket edebilecek şekilde yeniden
organize olmalıdır. Ayrıca üretim konusunda planlamalarda mutlaka ilgili özel
sektör temsilcilerinin söz hakkı olmalıdır.
Ekonominin
dengesi, faiz-kur makası üzerine oturtulamaz. Çünkü bunlar evrensel sanal
ekonomik sistemin elemanlarıdır. Milli devletlerin faiz ve kur konularında tam hâkimiyetleri
olamaz. Çünkü bu unsurlar, herhangi bir dış tesirden etkilenirler. Bu
etkilenmeler bazen olumlu, ama çoğunlukla olumsuz yönde olur. Olumlu
etkilenmeler yöneticileri yanıltmamalıdır.
Merkez
Bankasının hem para arzını hem de faiz oranını denetlemesinden vazgeçilmelidir.
Bunlardan birini seçmelidir. Aslında ülkedeki sanal ekonomik ortamın yurt
dışından etkilenmesi olumlu yönde olduğu anlarda, bu uygulama geçerli olabilir.
Ancak hem şartlar olumsuzluğa gittiğinde hem de Merkez Bankasının gücü
yetmediğinde, sonuç hüsran olabilir. Ayrıca her türlü şaibelere de açık bir
işlem şeklidir. Merkez bankalarının asıl
görevleri, para talebindeki kaymaları, ekonominin istikrarını bozmayacak ölçüde
değişim yaparak dengeli davranmaktır. Bazen para politikası uygulamalarının
zamanlaması tutmayabilir. Bu durumlarda, yapılan uygulamalar aksine, istikrarı
bozar.
Bütçe
açıkları finansman yoluyla karşılanmamalıdır. Bütçe düzeni açısından
gereksiz bazı fonlar kaldırılarak, bütün gelirler tek yer olan hazinede
toplanmalıdır. Aksi takdirde ülke bütçesinde görülecek çevrimsel açık asgari
seviyeye indirilemez. Çevrimsel açık, devlet harcamalarından devletin vergi
hasılatının çıkarılmasıyla bulunur. Bu açığı azaltmak için mutlaka kamu
harcamalarında, bilhassa cari harcamalarda kısıntıya gidilmelidir.
Ayrıca bütçe yapılırken ve
politikalar oluşturulurken, arzu edilir harcamalar yerine önce, eldeki
kaynaklardan başlanmalıdır. Öncelikler belirlenmelidir. Ulusların Pazarlanması
kitabının yazarlarına göre, Devletin yapması gerekenler değil, yapabilecekleri
planlanmalıdır.
Devletin
borçlanmasının yükünü azaltacak yöntemler izlenmelidir. Bunun için
öncelikle borçlanırken nominal değil, gerçek faiz oranları dikkate alınmalıdır.
Benzer şekilde devletin vatandaştan alacaklarındaki gecikmelerde uygulanan faiz
oranları düşürülmelidir. Bu oran, ülkedeki fiyat artışlarından sadece birkaç
puan yukarıda olmalıdır. Çünkü vatandaşın devlete olan borcuna yüksek faiz
uygulamak, paranın tahsil edileceği anlamına gelmez. Aksine kaçakları artırır.
Vatandaşlardaki af beklentisini de yükseltir.
Devletler
hem tahsilat kolaylığı hem de vergiyi tabana yaymak bakımından dolaylı
vergilere ağırlık vermektedir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir
husus vardır. Dolaylı vergiler ara mallara daha az, son tüketim mallarına daha
çok konulmalıdır. Aksi takdirde hem kaçaklar artar, hem de vergi adaletsizliği
oluşur. Dolaylı ve dolaysız vergilerin toplam gelir içerisindeki miktarlarının,
birbirine yakın olması için gayret sarf edilmelidir.
Ülkenin
fiziki verimliğini artırabilmek gerekir. Bu nedenle ülke kaynakları
arasında denge kuracak maliye-vergi politikaları uygulanmalıdır. Ulusların
Pazarlanması kitabının yazarlarına göre, bir ülkenin kaynakları aşağıdaki dört
başlık altında toplanmıştır.
1. Tabii sermaye : Doğal
kaynaklar,
2. Fiziki sermaye : Makine, inşaat, kamu varlıkları,
3. İnsan sermayesi: İnsanının bilgi ve
verimlilik seviyesi,
4. Sosyal sermaye : Aile, topluluk, cemaat,
sivil kuruluşlar.
Yukarıdaki kaynaklar
arasında denge ararken, geri dönüşümü yüksek yatırımlara öncelik vermek
gerekir. Böylece vergi gelirleri de artacaktır.
Türkiye
gibi gelişmekte olan ülkelerde KOBİ denilen küçük ve orta ölçekli işletmeler
önemlidir. Milletlerin milli varlıklarını korumaları ve dünya devleriyle
mücadele edebilmeleri KOBİ’lerinin sağlam temellere oturmasıyla doğru
orantılıdır. Bu nedenle KOBİ’lere önem ve destek verilmelidir. Destekler hem
kredi, hem de vergi kolaylığı açısından olmalıdır.
KOBİ’lere destekler üç guruba ayrılabilir.
1. KOBİ’lere iş sağlayan
ihracat firmalarına destek verilebilir. Bunlara KOBİ’lere yaptığı katkı
oranında kaynak aktarılabilir.
2. KOBİ’lere proje ve teknik
hizmet sağlayan müşavirlik firmalarına destek verilebilir.
3. KOBİ’lerin kendilerine
doğrudan destek verilebilir.
Dâhilde
İşleme Rejimi (DİR) adı altında getirilen kolaylıklar ülkenin aleyhine olan bir
yola girmiştir. Bu konu denetim altına alınmalıdır. DİR yöntemiyle ithal
edilen malların toplam ithalat içerisindeki payları %10’dan fazla olmamalıdır.
Aksi takdirde ülkenin aleyhine işleyen bir sistem haline dönüşür.
Türkiye’de
Gayri Safi Milli Hasıla, Gayri Safi Yerli Üretimden fazla olmaktadır. Bunun
nedeni Avrupa’da çalışan insanlarımızın ve müteahhitlerimizin dışarıdan
Türkiye’ye getirdikleri artık değerdir. Ancak yabancıların Türkiye’deki borsa
vb. yatırımları ile bilhassa gayrimenkul alımları artmaktadır. Yabancıların
Türkiye’de elde ettikleri gelirleri arttıkça ve bunlar yurt dışına bir şekilde
çıktıkça, durum Türkiye’nin aleyhine dönecektir.
Türkiye’de
üretim bazındaki GSMH ile harcama temelli GSMH birbirine eşit değildir.
Vatandaşların harcamalarının, gelirin en az iki katı olduğu tahmin
edilmektedir. Bu durum aşağıdaki
sebeplerden kaynaklanır.
1. Kayıt dışı ekonomi yoğundur,
2. Devletin harcamaları çok şişmiştir,
3. Özel sektör yatırım
harcamaları şişmiştir. Naylon fatura çoğalmıştır.
Aslında milletlerin
konumlarını karşılaştırırken sadece GSMH rakamları ve elektrik tüketiminin
kullanılması yanlıştır. Ayrıca manevi
GSMH diyebileceğimiz güvenlik, sağlık, huzur gibi konular da
değerlendirilmelidir.
Zaten
günümüzde dünyada yapılan GSMH hesapları da eksiktir.
Ülkede oluşturulan ama GSMH hesaplarında görülmeyen değerler vardır. Yemeğinizi
kendiniz yaptığınızda, çocuğunuzu evde kendiniz yetiştirdiğinizde, evdeki
tamiratları kendiniz yaptığınızda, kendi dikişinizi diktiğinizde, kitap
okuduğunuzda, fikir tartışmaları yaptığınızda, bedelsiz olarak sosyal
faaliyetlerde bulunduğunuzda, başkalarına manevi destek verdiğinizde, vb.
olaylarla aslında bazen dolaylı, bazen doğrudan üretime destek veriyorsunuz.
Ama bu faaliyetleriniz GSMH hesapları içerisine girmiyor. Hâlbuki aynı
faaliyetleri kendi yapmayarak dışarıya ücretle yaptıranların harcamaları
hesaplamaya alınıyor.
Dünyada
uygulanan hiçbir işsizlik ölçümlemesi tam olarak doğru değildir. Kayıt dışı
ekonominin ve tarımda çalışan nüfusun fazlalığı işsizlik ölçümlemelerini
olumsuz etkiler. Bunların bol olduğu Türkiye gibi ülkelerde ise, daha çok
tahmini hesaplara dayanır. İşsizlik aslında, ekonomik bir israftır. Ancak her
ülkede kabul edilebilir bir işsizlik oranı vardır. İşsizliğin azaltılması,
sadece maliye-para-üretim politikalarıyla başarılamaz. Bu kitapta teklif edilen
bütün konuların dolaylı olarak etkisi vardır.
Yukarıdaki konularla ilgili
açıklayıcı ve uygulamaya yönelik teklifler konu içerisinde ayrıntılı olarak
anlatılacaktır.
DÜNYA
EKONOMİSİNİN GENEL DURUMU
Gelişmiş
ülkelerin en önemli meseleleri Dünya Ticaret Hacmindeki artış konusudur.
Gelişmemişlerin durumu onları ilgilendirmez. Sadece kendilerine
yapacakları katkı açısından ilgilendirir. Japonya dâhil, gelişmiş ülkelerin
nüfusları %15-16 arasındadır. Ancak aynı 2005 yılında Dünyanın gelirinden
aldıkları pay, %82-84 arasıdır. Bu durum dünyadaki adaletsizliğin derinliğini
göstermektedir.
Para
kazanma ve kâr hırsı genelde, Batılı milletlere has özelliklerdir. Doğulu
insanlar için huzur ve itibar daha önemlidir. Bugün, maalesef, Batılıların
çoğunda hâkim olan bu kâr hırsı, bütün dünyaya yayılmaktadır. Doğunun bir kısım
insanlarını da sanki büyülemiştir. Ekonomide küreselleşen dünya için en büyük
tehlike bu anlayışın yayılmasıdır. Bunu yine ileri görüşlü bazı Batılılar ifade
etmektedir.
Tehlike
sadece gelişmekte olan ülkeler için değildir. Batı ekonomisi için de tehlike
vardır. Kâr hırsı, sanal (hayali) ya da saymaca denilen bir
ekonomik yapı oluşturmak üzeredir. Borsa, faiz, döviz ve rant (getirim)
şeklinde kendini gösteren bu ekonomi, üretime ciddi bir katkı yapmamaktadır.
Aksine, kimi zaman üretimi engellemektedir. Sanal ekonomiyi spekülatörler (yani
hayali değer yaratıcıları) yönlendiriyorlar. Politikacıların dikkatsizce sarf
ettikleri sözler de etkili oluyor. Ayrıca basının, olacakmış gibi yansıttığı
ama gerçekleşmeyen bazı olaylar ve üretimle ilgisi olmayan konular sanal
ekonomiye yön vermektedir.
Sanal
yani hayali ekonomi ile gerçek yani üretici ekonomiyi uzlaştırmak zorundayız.
Aksi takdirde insanlar, kendi duygu ve heyecanlarının fasit dairesi (sarmalı)
içerisine girebilirler. Bu daireden çıkmaları çok zor olur ve insanlık can
çekişebilir. Sanal ekonomi gerçek üretimin olmadığı ekonomidir. Aklın,
mantığın, duyguların, duyarlığın yeri yoktur. Dolayısıyla sanal ekonomi,
insanlığın geleceği için çok tehlikeli hale gelmektedir. Baudrillard’a göre
spekülatörler, hayali değer yaratarak kazandıkça büyüyorlar. Büyüdükçe
birbirleriyle birleşiyorlar. Birleştikçe karşı konulamaz oluyorlar. Böyle
giderse hem insanlar hem de devletler, hayali değer yaratıcılarının oyun alanı
olmaktan ileri gidemeyeceklerdir. (Bu konuda İslâmiyet’in bize öğütlediğinin
kendime göre yorumunu kitabın Türklerin Medeniyetinin Bugünkü Durumu bölümünde
yaptım.)
Günümüzde bile sanal ekonomi
alanında dönen günlük para akışı, mal ve hizmetler alanındaki dünya ticaretini
finanse etmek için gerekli miktarın kat kat üstündedir.
Dünyanın bugünkü karmaşık
şartlarında ekonomi biliminin genel bir çözüm getirmesi çok zor. Peter F.
Drucker’e göre (s.167) küreselleşen dünya, Fransız Leon Walras’ın ekonomiyi
matematiksel bir kalıba oturttuğu 1870’li yıllardan çok farklı yapıdadır. Yeni bir ekonomi kuramı geliştirebilmek
için ekonomistler, aşağıdaki dört farklı yapıya tek bir ilke geliştirmek
zorundalar:
1. Fertlerin ve firmaların
mikro (öz) ekonomik anlayışları (yani paranın devir hızı, kâr hırsı ya da
girişimcilik yapıları, bazen alınan duygusal kararlar vb.),
2. Milli devletlerin
uyguladıkları makro (genel) ekonomi uygulamaları (yani para, kredi ve faiz
oranları),
3. Uluslar aşırı işletmeler
(gerek sanal ekonomide gerekse üretimde süper güç ve tekeller oluşturmaya
çalışan, milli olmayan şirketlerin farklı amaçları),
4. Dünya ekonomisi
(teknolojik gelişmelerin oluşturduğu küreselleşmenin, insanlar üzerindeki henüz
belirlenemeyen etkisi).
Bütün
bu birbirinden farklı yapıları, tek bir “ilke” ile açıklayıp, ekonomiyi
kuramsal hale getirmek çok güç görünüyor. Belki de bu fiili durum,
ekonomiyi matematiksel bir denge bilimi olmaktan çıkaracaktır. Ekonominin
sadece bölgesel ve kısa süreli kuramlar geliştirilmesine yol açacaktır. Nitekim
1984-87 arasında ABD ekonomisinde uygulanan bazı politikalar, daha o zaman
ekonomi kuramcılarını şaşırtan ve teorilere tamamen ters olan sonuçlar doğurdu.
Hattâ aynı uygulamanın ABD halkı tarafından algılanışı ile Japonlar tarafından
yorumlanışı birbirine tamamen zıt oldu. Ülkelerin anlayışları arasında her
zaman böyle farklar vardır.
Gelecekte
sanal ekonomi ile gerçek ekonomi arasında bir mücadele olabilir.
Benzer şekilde kâr ile itibar anlayışı arasında da dünya çapında bir çatışma
olabilir. Dolayısıyla bu iki ayrı anlayışın, bazı konularda bağdaştırılması
gerektiğini düşünüyorum. Olaylara sadece “kâr” hırsı açısından bakan bazı
Batılı yazarlar, bu birlikteliğin mümkün olamayacağını söylüyorlar. Ama eski
Türk anlayışlarına dayanarak, Maliye-Vergi konularında üretim ekonomisi ile
sanal ekonomiyi bağdaştırmaya çalışan önerilerim olacak.
Hemen
her konuda planlar yapılırken kısa, orta ve uzun vadeli hesaplar aynı anda
yapılmalıdır.
Batılılar esas itibarıyla
1492’den sonra, sömürgelerinden elde ettikleri artık değerlerle geliştiler.
Günümüzde de daha güçsüz ülkelerden, haksız rekabet sonucu ticari kazanç elde
ediyorlar. Elde ettikleri bu artık değerler sayesinde gelişmelerini
sürdürüyorlar. Ancak dünya zenginleşmedikçe, gelişmiş ülkelerin kendi başlarına
zenginleşmeleri sürekli olamaz. Gelişmiş ülkeler bunu bilirler. Bu nedenle
gelişmekte olanlara ve hatta savaştıkları ülkelere bile borç vererek onları
çalışmaya ve kendileriyle alış verişe zorluyorlar. Verilen borçlar, gelişmekte
olan ülkeler açısından “borç yiğidin kamçısıdır” şekline dönüşmüştür.
Yorumlar
Yorum Gönder