AVRUPA’DAKİ FİKİR AKIMLARI TARİHİNİN ÖZETİ
AVRUPA’DAKİ
FİKİR AKIMLARI TARİHİNİN ÖZETİ
Avrupa’da ilk düşünürler
Antik Helen Çağı denilen belirli bir dönemde ortaya çıktılar. Sokrates’ten
(M.Ö. 470-399) sonra, Atina’daki filozoflar ve bilginlerin bakış açıları
değişti. Bu sebeple Antik Çağ filozoflarının dünyası genel anlamda, Sokrates
öncesi ve sonrası olarak değerlendirilmektedir. Önceki filozofların ortak
yönleri, tabiatın içerisinde evreni açıklayabilecek bir unsur aramalarıdır.
Sokrates onlara yönelttiği şiddetli eleştiri ile felsefeye yeni bir çıkış
noktası kazandırdı.
Sokrates için anlatılanlar
birbirini tutmaz. Ama onun “olumsuzlayıcılık”, bir başka deyişle şüphecilik ve
sorgulayıcılık yönü hakkında, bütün düşünürler hemfikirdir. Sokrates,
insanların sahip oldukları her türlü bilgiyi yadsıdı(garipsedi, kabul etmedi).
Kişilerin bilgiye sahip olduklarını sandıklarını, oysa sahip olmadıklarını
ispatlamaya çalıştı. Hep sorgulayıcı oldu. İnsanları basmakalıp düşüncelerden
vazgeçirmeye çalıştı. Sorgularken görünüşte alaycıydı. Ama amacı, insanları
“uyandırmak” idi. Ona göre, insanlar “nefis” adı altında toplanabilecek olan
doyumları, istekleri ve sanılarına(zan) göre davranırlarsa, yanılgıya
düşerlerdi. Bu şekilde ancak aldatıcı bir dünyaya ulaşabilirlerdi. Hâlbuki
geçek yaşam bunlar değildi.
Sokrates, gerçeğe ulaşmak
için insanların birlikte hareket etmeleri gerektiğine inanıyordu. Bu nedenle
yazmadı. Hep konuştu. Hegel’in dediği gibi, felsefesini yaşayan gerçek bir
filozof oldu. Fakat sonunda gençleri kışkırtmak, halkı yanıltmak gibi
suçlamalarla, yönetim tarafından ölüm cezasına çarptırıldı. Bunun üzerine
kendiliğinden baldıran zehrini içti ve ölümü soğukkanlılıkla karşıladı.
Sokrates’in öğrencilerinden
Platon (Eflatun) (M.Ö. 427-347), kurduğu Akademia’da, hocasının düşüncelerini
ve öğretilerini hem yeni nesillere aktardı hem de kaleme aldı. Platon’un önemi,
Sokratesçi sezgiyi ele alarak onun üzerinde ciddiyetle düşünmesi ve onu bir
fikirler demeti haline getirmesidir. Platon’un söz ve düşünce aracılığıyla
ifade ettiği bu “felsefi” söylem, Batının kurgusal düşüncesinin büyük bir
kısmının temelini oluşturdu.
Bu fikir akımlarının
serpildiği Yunanistan’ın ilk sakinleri, Hint-Avrupa ırkından olan ve Akhaia’lar
denilen Proto-Helenlerdir. Daha sonra ikinci Hint-Avrupalılar olan Dorlar
geldiler. Antik Çağın kurucuları bu karışımdır. Roma İmparatorluğu kurulduktan
sonra bu felsefi söylemler ve bilimsel bulgular Yunanlılarda görülmez oldu. Bu
anlayışları Romalılar devam ettirmeye çalıştılar. Ama onları geliştiremedikleri
gibi, fikirleri gerilettiler de. Romalı yöneticilerin bu yanlışlarına itiraz
eden (Marcus Tullius) Cicero (M.Ö.106-43) gibi düşünürleri de öldürdüler.
Kısa süren bu Antik Çağdan
sonra Yunanistan’da Hıristiyanlık, Roma ile birlikte M.S. IV. yüzyılda
yayılmaya başladı. Bu yüzyılın sonunda Vizigotlar ülkeyi istila etti. Sonra 479
yılında Ostrogotlar geldi. Daha sonra sırasıyla Hunlar (540), Slavlar (547) ve
Avarlar (591) Yunanistan’ı işgal ettiler. Bunlardan Slavların işgalleri daha
kalıcı oldu. Bu işgallerin sonucunda halkın yapısı da değişti. Bilhassa
Slavlar, ülkenin iç kesimlerine yerleşerek IX. yüzyıldan itibaren
Hıristiyanlığı kabul ettiler. Bu sırada eski halklar kıyılara ve adalara göçtü.
Antik Çağı oluşturan eski halkın göç etmesi ve yerlerini çoğunlukla Slavların
almasından sonra, Yunanistan’da bir daha önemli fikir ve bilim adamları
yetişmedi.
Roma İmparatorluğu
parçalandıktan sonra Avrupa, tamamen Kilise’nin bağnazlığına teslim oldu. Çok
uzun süre Salisburyli John (1115?-1180) ile Aristotelesçi devrimci papaz
Aquinumlu Thomas’a (1225-1274) kadar düşünür çıkmadı. Bunlar da eskiyi taklit
ettiler ve yöneticileri fazla kızdırmamaya özen gösterdiler.
Avrupa’nın karanlık çağdan çıkışının
öncülerinden olan Jean Jacques Rousseau (1712-1778), bir anlamda Sokrates’in
izinden gitti. Edebiyata karşı çıkan bir yazar, filozoflara karşı çıkan bir
filozof oldu. Rousseau romantik açık kalpliliğin ve başkaldırının öncüsü haline
geldi.
Burjuva zihniyetinin
dinamizminin ve sınırlarının canlı örneği olan François Marie Arduet VOLTAİRE
(1694-1778) bile, Kilisenin maddiyata düşkünlüğünü her fırsatta dile getirerek
sorgulayıcılık yaptı. Ruhun selametinden çok bu dünyadaki mutluluğa,
metafizikten çok fiziğe, savaştan ve hanedanların kavgalarından çok gündelik
yaşama önem verirken bile, sorgulayıcı ve şüpheci bir yaklaşım sergiledi.
Düşünce hayatında üç ayrı
dönem yaşayan Emmanuel KANT (1724-1804) da, Sokrates’ten esinlendi. Zaten
Kant’a göre Sokrates bir “akıl ideali” idi. Kant, ikinci döneminde (1781-1790),
dogmacılığa karşı olduğunu belirtmek için geliştirdiği öğretinin adını
“eleştiri” koydu. “Numenler” dünyasından, yani “anlaşılabilir” dünyadan
bahsetti. Ahlâk anlayışının biricik dürtüsünün “saygı” olduğunu söyledi. Son
dönemi (1790-1800) ise saldırma ve savunmanın birlikte olduğu bir dönemdir.
Tabiat ile ruhun (hürlüğün) bireşimini yaptı. Pratik akıl adını verdiği
kavramın, insan nefsinin isteklerine uyduğunu söyledi. Kuramsal akıl ise pratik
akıldan farklı olmakla birlikte, onunla uyum içerisindedir. Kuramsal akıl,
pratik aklın önündeki yolu açar. Kant bu kavramlarıyla farklı şeyler söylese
de, sanki Sokrates’in sorgulamalarını kuramsal hale getiriyor gibidir. Kant’a
göre bilimin ilkeleri nesneldir(somut). Bu nedenle akıl, metafizik(soyut)
konularda değil, ancak bilimsel alanlarda kullanılmalıdır. Kant gerçek bir
ilkeye dayanan gerçek bir felsefi birlik oluşturamadı. Kant’ta soyut olan
felsefi birliği gerçekleştirmek sonradan kendisini takip eden filozoflara nasip
oldu.
Kantçı bir filozof olan
Arthur Schopenhauer (1788-1860) da, dünyanın ölümcül bir tiyatrodan başka bir
şey olmadığını söyleyerek Sokrates’in düşüncelerinin paralelinde olduğunu
göstermiştir. Sokrates de insanların davranış ve düşüncelerini eleştirerek, bu
yapılarıyla ancak aldatıcı bir dünyaya ulaşabileceklerini söylemiştir. Ona göre
gerçek yaşam bu değildir. Gerçi Schopenhauer ve Sokrates’in tiyatro oyununa
dönmüş dünyayı değerlendirmeleri birbirinden farklıdır. Ama temelde aynı
sorgulama ve olumsuzlama vardır. Schopenhauer’a göre irade, düşüncenin bir öz
niteliği değil, her şeyden önce yaşamın bir ifadesidir. Ona göre felsefi
düşünce, insanı ayrıcalıklı bir biçime sokan bir Tanrı oluşturmayı bir yana
bırakmalıdır. Tanrı yoktur. İnsan somut bir bireyselliktir. Hukukun
yasaklamalarına göre düzenlenen siyasal yaşam, iradenin gücünü azaltmaktan
başka bir şey yapmaz. Öyleyse bu acı, sanatla ve özellikle müzikle aşılmalıdır.
Sorun, yaşama iradesini reddederek, Budacıların “Nirvana” dedikleri şeye
ulaşmaktır. Çilecilik ve seyrediş. Bunlar “iradeyi yatıştıran” biricik
araçlardır.
Sokrates’e salt bir akıl
gibi ölmeyi seçtiği için kızan Friedrich NİETZCHE (1844-1900) de, dünyadaki
bütün aldatmacaları açığa vurmak ve tüm önyargıları yıkmak istiyordu. Batı
uygarlığının temel felsefi sorunlarını köktenci bir şüphecilikle ele alışı,
kendisinin Sokrates’ten ciddi anlamda etkilendiğini gösterir. Yunan felsefesini
ve bütün felsefe tarihini inceleyen Nietzche, düşüncelerini hiçbir zaman
mantıki temeller üzerinde bağdaştırmaya çalışmadı. 1878-79’daki eserlerinde
bilgiyi yüceltti. Bilgi üzerine kurulmuş bir sosyal ahlâk tasarladı. 1888’deki
“İsa’ya Karşı” adlı eserinde ise, bilginin tenkidini yaptı. Onun hiçbir hayat
kuralı sağlayamayacağı sonucuna vardı.
Nietzche doğayı formüllere
indirgemenin yanlış olduğunu düşündü. Bu temeller üzerinde yaşayabilmek
gerektiği sonucuna vardı. Ona göre güçlülerin dünyası önlenemez bir büyüme
eğilimi taşır. İşte “güçlülük istenci” adını verdiği kavramın kaynağı budur.
Güçler dünyası hiçbir azalma tanımaz. Bu nedenle de asla bir denge noktasına
ulaşamaz. Dolayısıyla Nietzche’ye göre, her türlü yorum görecelidir. İnsan ise,
tamamen güç istencine tabidir. İnsanın yaptığı her hareketin nedeni, daha güçlü
olmak isteğidir.
Nietzche’nin ileri sürdüğü
güçlülük iradesi ve üst insanı yüceltmesinin; şiddete dayanan ideolojileri,
özellikle faşizmi, nasyonal-sosyalizmi ve anarşizmi etkilediği bir gerçektir.
Bu örnekler, Batılı diğer
düşünürler de eklenerek çoğaltılabilir. Ama anlaşılan o ki, Batının kurgusal
düşüncesinin büyük bir bölümünün temeli, Sokrates’in sorgulayıcı ve şüpheci
yaklaşımıdır. Avrupa, Kilise bağnazlığının baskısından bu düşünürlerle
kurtuldu. 1492’den sonra gelen ekonomik zenginliğin de etkisiyle pozitif
bilimlerde ilerlediler. Bilimdeki gelişmelerinin temeli de Sokrates’in
sorgulayıcı ve olumsuzlayıcı yapısıdır. Onun, her türlü edinilmiş bilgiye karşı
çıkarak, insanlara bilgiye sahip olduklarını sandıklarını, oysa sahip
olmadıklarını kanıtlamaya çalışması, pozitif bilimin de temel kuralı haline geldi.
Harrah's Cherokee Casino - Mapyro
YanıtlaSil› harrahs-cherokee-casino › harrahs-cherokee-casino › 제주도 출장안마 harrahs-cherokee-casino › 메이피로출장마사지 harrahs-cherokee-casino › harrahs-cherokee-casino Harrah's Cherokee Casino is one of the most popular casinos on the Great Smoky Mountains in 창원 출장마사지 North Carolina. 광주광역 출장샵 A member of the Traveler Rewards 서산 출장샵 network,