TÜRKİYE’DEKİ EKONOMİK BUHRANIN SEBEPLERİ
TÜRKİYE’DEKİ
EKONOMİK BUHRANIN SEBEPLERİ
(Not: Bu yazı 02.08.2009 tarihinde ihkupcu.com sitesinde yayınlanmıştı)
Yazımızın birinci bölümünde
Dünyadaki ekonomik buhranı inceledik. Bu yazımızda Türkiye’yi inceleyeceğiz.
Türkiye’nin 1980 yılların
başında iç borcu yoktu. Dış borçlar 17,5 Milyar dolardı. Onu da yapılandırmıştık.
Bu dönemde iki komşumuz İran ve Irak savaşıyordu. Bu sayede bizim İhracatımız
patlama yapmıştı. Ama yine de en az satışı biz yapmıştık. Ayrıca petrol
fiyatları varili 36 dolardan 8 dolara gerilemişti. Yani dış şartlar bizim
hiçbir katkımız olmadan lehimizeydi.
1983’de Turgut Özal iktidara
geldiğinde enflasyon %28 idi. Özal’ın, 1982’de hükumetten ayrılırken bıraktığı
banker vurgunu dışında toplumda kargaşa yoktu. Özal, %28 enflasyonun yüksek
olduğunu, bunun toplumun ahlâkını bozacağını anlatarak bize kalemle enflasyonu
aşağıya çekeceğini gösterdi.
Ama sonraki yıllarda
enflasyonun aksine sürekli yüksek olduğunu yaşadık. Çünkü 1983 sonrasında bütçe
disiplinini aşmak için, Sayıştay’ı denetim dışı bırakan, neredeyse bütçe
büyüklüğünde fonlar oluşturuldu. Yurt dışından borç bulunarak yoğun bir harcama
dönemine geçildi. Alınan borçların çoğu, öncelikli alanların yerine ekonomik
yapımız güçlendikçe yapılması gereken ihtiyari alanlara harcandı. Böylece
ekonomimiz tamamen dışarıdan gelecek paralara bağımlı hale geldi. 1988’e kadar
süren İran – Irak Savaşı ve petrol fiyatlarındaki düşme ile ülke içerisindeki
huzur pek bir işe yaramadı.
1987 sonunda dolar kısa
sürede 750 TL’den 1.400 TL’ye fırladı. Hâlbuki aynı dönemde dolar, dünyada
değer kaybediyordu. ABD’de 1986 yılından itibaren sürekli düşen dolar, 18
Ekim
1987’de bir gecede %25 düşmüştü. Bizdeki yanlış borçlanma ve yanlış yatırımın
sonucu bu duruma düşülmüştü. Ayrıca bankaların dövizde fazlalık tutmak için,
reeskont kredilerini sonuna kadar bu iş için kullanmalarının da etkisi oldu.
Bankaların fazla döviz tutma istekleri, Hazine’nin dış borçları öderken
bilhassa 1986 – 88 arasına yığılan döviz ihtiyacını karşılama hevesleriydi.
Çünkü Hazine kâğıtları çok kârlı ve garantiydi.
İşte bu ortamda 4 Şubat 1988
kararları alındı. Ekonomik bunalımı aşmak için yeni tedbirler paketi açıklandı.
Böylece yanlış düğmelenen ilk düğmeden sonra hatalar devam etti. Türkiye o
günden itibaren sadece para – kredi politikalarıyla ekonomiyi yönetmeye
çalışmaktadır.
1991–2002 arası hükumetler
ortaklıklardan oluştu. Bu hükumetler içerisinde köklü tedbirlerin alınması
zordur. Yine de Refah – Yol Hükümeti döneminde uygulanan Kamu hesaplarının bir
havuzda toplanması faydalı oldu. Daha sonraki DSP – MHP – ANAP Hükümeti döneminde
bankalar reformunun gerçekleştirilmesinin yararlarını günümüzde bile görüyoruz.
2002’den günümüze tek başına
ezici çoğunlukla AKP iktidarı vardır. Aynı dönemde dünyadaki ticaret hacminin
yükselmesi, hiçbir ülkede ekonomik bunalımın olmaması, AKP hükumetlerinin
önemli şanslarındandı.
Ama maalesef AKP
Hükumetleri, Türkiye’nin önüne çıkan bu şansı iyi kullanamadılar. Çünkü ekonomi
yönetimi denilince para-kredi politikalarından başkasını düşünemediler. Sonunda
gelişmiş ülkelerin uyguladıkları ekonomik tedbirlerin aynısına uydular. Hâlbuki
Türkiye’nin ekonomisinin yapısıyla, gelişmişlerinki çok farklıydı. Nitekim 1999
Ocak ayında ABD Hazine Sekreteri, AB ve Japonya’ya şöyle söylüyordu: ‘’Dünya
zenginleşmedikçe, biz zenginleşemeyiz. Bizim nüfusumuz dünyanın %15’i ama
gelirden %79 pay alıyoruz. Bu böyle gitmez. Diğer ülkelerdeki istihdamı
artırmalıyız. Sanayi üretimini diğer ülkelere kaydırmalıyız. Biz sanayi ötesi
topluma geçmeliyiz.’’
Aslında Gelişmişlerin bu
söylediklerini yapabilmeleri çok zordur. Çünkü bunu başarmak için, çok yüksek
bütçe açıklarına razı olmaları gerekir. Böyle bir riski de her hükümet alamaz.
Gelişmişler 2003 yılında
Petrol fiyatlarının artmasını da fırsat bilerek, yeni ve kolay bir yöntem
uyguladılar. Ortalıkta dolaşan sıcak petrol paralarını tüketime yönlendirdiler.
Böylece arz yanlı değil talep yanlı olarak ekonomiyi hareketlendirdiler.
Tüketimin gayrimenkul ağırlıklı olması sonradan sistemi tıkadı. Çünkü binalar
inşa edilirken ekonominin bir bölümünü canlandırır. Ama inşaat bitince, bina
içinde üretim olmazsa, istihdama katkısı belki de kalmaz.
Tüketime dayalı büyüme AKP
Hükumetlerinin de kolayına geldi. Eğer tüketim; alınan kredi yani borçlarla
değil de, halkın tasarruflarıyla yapılırsa büyümeye gerçekten faydası olur.
AKP Hükumetleri halkın oyunu
alabilmek için, konuları nalıncı keseri gibi kendilerine doğru yontmaya
çalıştılar. Kimi zaman rakamlarla oynadılar, kiminde istatistiklerin
temellerini değiştirdiler. Halktan oy aldıkça da uyguladıkları politikaların
doğru olduğunu zannettiler.
Hükumet faizler düşüyor
dedi. Hâlbuki düşen nominal faizlerdir. Ama gerçek (reel) faizler düşmemiştir.
Nitekim gariban memur, işçi ve emeklilerimiz yıllık %24–27 arası faizle borç
alırken sevindiler. Eskiden %70–80’le alıyorduk dediler. Ancak maaşlarına
yapılan yıllık zam %7’leri geçmeyince, durumu fark etmeye başladılar. Yani
gerçek faiz yine yüksekti. Esnaf da eskiden SSK ve vergi cezalarının faizleri
yüksekti, şimdi düştü diye düşündü. Ama enflasyon %8 iken, ödediği faizler %30
civarında oldu.
Hükumet ihracatımız artıyor
dedi. Hâlbuki ihracatımızdaki katma değer, artmak bir yana düşüyordu. AKP
iktidarları ihracatımız arttı diyebilmek için, Dâhilde İşleme Rejimi (DİR)
kurallarını değiştirdiler. Malların Türkiye’ye girişten itibaren, ülkemizde 3
yıl sonrasına kadar kalmasına izin verdiler. Böylece bu tip ithalatı ve
ihracatı denetim de zorlaştı. Sonuçta ihracatımızın motoru olan otomotiv ve
tekstil sektöründe yaratılan katma değer %6-7’lere indi.
Hükumet, enflasyon düşüyor,
döviz düşüyor dedi. Hâlbuki enflasyon bir bizde değil, dünyada düşüyordu. Bunun
birkaç sebebi vardı. Birincisi dünyada doların değerinin düşmesidir. Dolar 11
Eylül 2001 olayından bir süre sonra düşüşe geçti. Bu ABD’nin uyguladığı
politikanın bir sonucuydu. 2002 yılında sanayimizde 100 birim katma değer
üretmek için 75 birimlik ithal girdi gerekirken, AKP döneminde %92’lere ulaştı.
Bu durum enflasyonun düşmesine ekonometrik yöntemle ciddi etki yapar. Bu durum
diğer taraftan, dövizin düşük olmasına rağmen ihracatın artmasını da kısmen
açıklar.
Enflasyonun düşmesinin bir
diğer sebebi Çin’dir. Çin’den yapılan ithalâtlar 2002 yılına göre yaklaşık 20
kat arttı. Yani Türkiye’ye çok ucuz mallar girdi. Diğer taraftan AB üyelerinden
ithal ettiğimiz malların önemli bir bölümü, Avrupalıların Çin ve diğer Uzak
Doğu ülkelerinde ürettikleri mallardan oluşmaktadır. Dolayısıyla aynı mal
Avrupa’da üretilirken 10 Euro ödüyorsak, şimdi fiyat artışlarıyla 12 Euro
ödememiz gerekirken, aksine 3 – 4 Euro ödüyoruz. Yani AB ülkelerinden
yaptığımız ithalatın birim fiyatları da düştü. Enflasyonun düşmesinin bir diğer
nedeni, tarım ürünlerimizdeki düşüştür. Bu sebeple tarım sektörümüz uzun süre
büyümedi, aksine daraldı. Çiftçimiz perişan oldu.
Enflasyonun düşmesinin bir
başka dış sebebi, ülkeye gelen sıcak paradır. Sıcak para tamamen üretime ve
tüketime gitseydi enflasyonist baskı yapardı. Ama daha çok sanal ekonomik
ortamda ve gayrimenkul piyasasında kaldı. Nitekim hem sanal ekonomik ortamın en
önemlisi olan borsada fiyatlar çok arttı. Hem de gayrimenkul fiyatları sürekli
katladı. Bu iki artışın da enflasyona etkisi az oldu.
Hükumet, büyüyoruz dedi.
GSMH artıyor dedi. Hâlbuki büyüme, üretimde çok azdı. Tarım üretimi düşmüştü.
Borsadaki şirketlerin değerleri borsa yükseldikçe, değerleri artmış göründü. Bu
durum GSMH’yı artış yönünde etkiledi. Diğer taraftan artan gayrimenkul
fiyatları da GSMH’yi büyüttü.
Hükumet, dış ticaret
hacmimiz artıyor dedi. Hâlbuki ihracatın, ithalâtı karşılama oranı artmıyor,
aksine çoğu yıl düşüyordu.
Hükumetin büyüme rakamları
bile maalesef güvenilir değil. Üretimimiz artıyor, demek ki büyüyoruz diyorlar.
Hâlbuki üretimdeki artışlar büyümeyi tam yansıtmaz. Eğer yaratılan katma değer
de artarsa, o zaman gerçek büyümeden bahsedilebilir. Diğer taraftan net büyüme,
enflasyon düşüldükten sonra ki büyümedir.
Büyümeyen bir Türkiye
ekonomisi yüksek boyutta finansal yatırım çekemez. Tasarruflarımız da yok
derecesinde olduğundan daralma sürer. Aslında bu durumda TL’nin değer
kaybetmesi beklenir. Ama aynı ekonomik şartlar ABD’de de olduğundan, dolar
değer kaybediyor. Bu sebeple TL’de devalüasyon olmuyor.
Her iyi sonucu kendisi
yapmış, her kötü sonucu dünyanın bize etkisi olarak gösteren Hükumetimiz kur
ayarlaması olmamasını kendi başarısı gibi gösteriyor.
Aslında küresel ekonomik
buhran olmasaydı, Türkiye’nin hali daha kötü olacaktı. Şimdi bazı şanslarımız
var. Gelişmiş ülke borsalarında çok kaybeden sıcak paranın bir bölümü Türkiye
gibi birkaç ülkeye yöneldi. Türkiye’de henüz faizler dünya ortalamasından
yüksektir. Ayrıca Türkler, borcuna sadık bir ülke olduklarını geçmişte
ispatlamışlardır. Avrupalılar için, Macaristan’dan Japonya’ya kadar olan
bölgede Türkiye gibi güvenli ve kârlı iş yapabilecekleri, bilgili ve
kabiliyetli başka pek ülke yoktur. Ayrıca Avrupa için, Çin’de üretim yaptırmak
zordur. Çünkü hem kendilerinin gidip gelmeleri, hem malların nakliyesi, hem de
Çinli bazı iş adamlarının güvensizliği açısından maliyetleri artırıcı unsurlar
var. Şimdilerde Avrupalı bazı iş adamları Türkiye’ye, ucuz iş gücü ve üretim
kabiliyeti açısından, Avrupa’nın Çin’i gözüyle bakıyorlar. Dolayısıyla yatırımlarını
Türkiye’ye kaydırmaya çalışıyorlar. ABD ve Avrupa borsalarında zarar eden Arap
sermayesinin de gözü Türkiye’de.
Dolayısıyla küresel ekonomik
buhran, Türkiye’deki ekonomik buhranın şiddetini azalttı. Aksi takdirde buhran
sadece bizde olsaydı, AKP hükumetlerinin sadece kendilerini ve özel
destekçilerini düşünen tavrıyla ezilir kalırdık.
Las Vegas' Wynn Casino - JTM Hub
YanıtlaSilCasino. Wynn is herzamanindir a $4 billion resort 바카라 사이트 with four hotel www.jtmhub.com towers with 5,750 rooms and goyangfc suites. Each of the hotel towers includes a 20,000 square foot casino and 1xbet korean a